İYİ Kİ DOĞDUM...

Gözlerimi güneşli bir Ağustos günü Almanya'nın ufak bir şehrinde açtım dünyaya. Günlerden pazardı ve herkes kiliseye ayine gidiyordu. Annem bir yıl önce ilk çocuğunu kaybetmişti. Büyük acılar ve hayal kırıklıkları yaşarmış ve kısa bir süre sonra da bana hamile kalmış. Annem ile babam bir karar vermişler ve bu çocukta ölürse kimse üzülmesin diye düşünüp ben doğana kadar Türkiye'deki ailelerine bir çocukları olacağını söylememişler. Daha doğmadan üstüme bir sürü yük bindirerek beni beklemişler. Benim doğumun çok kısa ve acısız olduğu için annem bana hep"bir seni prensesler gibi doğurdum" der. Diğer kardeşlerimde zor doğumlar yaşayan annemin bir bende yüzü gülmüş. O yüzden de beni hep üzmeyen evladım diye sevmiştir. Almaya'da yaşayan bir işçi ailesinin çocuğu olmak gerçekten zordur. En azından o dönemlerde daha zordu. Şimdi ki gibi uçak ile ulaşım bu kadar ucuz değildi. O zamanlar uçak ile Türkiye'ye gelmek ciddi bir maliyetti. Genelde yılda bir veya iki yılda bir araba ile gelirdik. Yolculuk Türkiye'ye gelirken 2,5 gün, dönerken 3 gün sürerdi. Büyük bir heyecan ile Kapıkule'ye gelip Türk radyoları çalmaya başlayınca sevinçten deli olurduk. Dönerken de sevdiklerimizden ayrılıp uzun bir süre göremeyeceğimiz için özellikle annem çok ağlardı. Gurbetçi çocukları olan bizler genelde ya Almanya'da kreşlerde veya dadılarda bakılırdık veya memlekette anneanne-babaanneler tarafından büyütülürdük. Şu bir gerçek ki her ikisi de bir çocuk için yeterince zor şeyler. Bende bu bağlamda her iki tarafta da bakıldım. Annem beni ilk yıllar yatılı bir bakıcıya vermiş. Pazar geceleri bakıcının evine bırakıp, cuma geceleri alırmış beni. Bakıcı da benim gibi evinde 5-10 çocuğa bakarmış. Annem bir gün bakıcının evinde elimde domuz sosisine benzer bir sosis görünce bir daha kadına götürmemiş beni. Kadıncağız ne dediyse annem inanmamış. Türk işte :) Sonra Türkiye'ye getirip bırakmışlar. Bana yıllarca rahmetli anneannem ve dedem baktı. Dede evi pek bir kalabalıktı. Bekar olup dedemler ile yaşayan 2 teyze ve 2 dayım vardı. En ufak dayım ile aramız 2,5 yaştı. Annem onu hiç sevmezdi. Çünkü annem ilk çocuğuna hamile iken anneannem de hamile kalıyor. Annemde bunu öğrenince pek bir kızıyor. İnsanın kızı hamileyken kendisi nasıl hamile kalır ayıp diye düşünüyor. Ve hala o gün bugündür bu en ufak dayımı hiç sevmez. Bu dayım ise çocukluğumda en iyi oyun arkadaşımdı benim. Birde en ufak teyzem Mübeccel :) Mübeccel benden 5 yaş büyüktü ve bize ablalık yapıyordu. Ufak dayım olan mete ise tam bir fırlamaydı. O nereye ben oraya gider dururduk. Ailem ilkokul çağıma yakın beni türkiyeye getirdiler. Çünkü Türkiye'de ilkokula 7 yaşında başlanırken, Almanya'da ilkokula başlama yaşı 8 idi. Annem kesinlikle yaş kaybetmeden okula gitmem konusunda ısrar ediyordu. Asıl amacı beni Almanya'dan yollamaktı. Zira okula Almanya'da başlarsam bir daha asla Türkiye'ye dönmeyip bir alman kızı ile evlenmemden korkuyordu. Tabi hayatın annem ve bana başka sürprizleri olduğundan ikimizinde haberi yoktu. Gerçekten çok mutlu bir çocukluk geçirdim. Annem ve babam üstüme titrerlerdi. Ama ben o zamanda pek bir fenaydım. Annem hep "aslan burcu çocuk çok zor" der. Gerçekten çocukluğumda bunun hakkını yeterince verdim. Türkiye'de sokakta çocukları bol bol ısırırdım. Komşular çocuklarına kapıp dedemin kapısına kulağı, omzu kopma derecesinde ısırılmış çocuklarını gösterip beni şikayet ederken bende kapı arkasına saklanırmışım. Türkiye'de bana büyük teyzem baktı. Gerçekten bana çok iyi baktı. Ama ona da az çektirmedim. Ama hepsi onların suçu beni baştan çıkardılar. Kim mi? Sokağa saatbaşı gelen seyyar satıcılar. Macuncu, dondurmacı, kağıt helvacı, pamuk şekerci... Bir çocuk bunlara ne kadar kayıtsız kalabilir ki... Tabi dedem vehbi koç olmadığı için bütün satıcılardan birşey alma isteğim her defasında RED yiyordu. Bir gün yine bir satıcıdan bir şey almak istedim. Teyzem para yok dedi ve odadan çıktı. Dedemin evi bahçeli bir evdi . Teyzem üst kata çıktığında bizim yattığımız odadaki bütün yatakları yorganları yastıkları minderleri ne varsa hepsini odanın ortasına yığdım. Teyzem gelip de odayı o halde görünce doğal olarak cinnet geçirdi. Bir güzel dövdü. Ama o dövdükçe ben gülüyordum. Daha da sinirlendi. Ve bana o klasik her zamanki lafını etmeye başladı "ağzına sıçtımının piçi" :)) Almanyada da anneme az çektirmedim. İstediğim bir oyuncak alınmadı mı ağlamaya başlıyordum. Bir keresinde aylık alışveriş için süper markete gittik. Kapıdan girerken bir çocuğun elinde bir oyuncak gemi ile çıktığını gördüm. Bende istiyorum diyerek annem ile babamı delirttim. Ve o gemiden daha büyük bir gemi aldırdım. Başka bir seferde tren seti gördüm. İstiyorum diye tutturdum. Ucuz birşey olmadığı için bizimkiler almadan çıktık süpermarketten. Arabada kendimi parçalamaya başlayınca ilk kavşaktan geri dönüldü ve o tren seti alındı. :)) Tabiki de Almanyadaki hayatım Türkiye'ye nazaran daha sıkıcı idi. Annem ile babam vardiyalı ve yoğun çalıştıkları için sabahtan akşama kadar anaokulunda kalıyordum. Anaokulunda öğle yemeğinden sonra bizi spor salonuna kurdukları sedye şeklindeki yataklarda yatırıyorlardı. Hiçbir zaman da uyumuyordum. Bu öğlen uykuları benim için tam bir kabustu. Zaten sıkıcı ve kapalı havası olan Almanya bir çocuk için çok eğlenceli sayılmazdı. Hele bir de çevrende pek çocuk yoksa. Oysa Türkiye'de akşamlara kadar sokakta oynayabilirdim ve evden para koparabildiğince tüm satıcılardan alışveriş yapabilirdin. Cennet gibi :))  

Yorumlar

Popüler Yayınlar